11 Mayıs 2012 Cuma

etme

*** Bu yazı bugün ortaya çıkan Yılmaz Erdoğan tartışmalarından sonra akla gelen bir şiir üzerine kurgulanmıştır ***

Ben bu yaşıma kadar bir çok veda şiiri , bir çok ağıt veya ayrılık cümleleri okudum ama aşağıda belirteceğim şiiri ilk okuduğum günden bu güne kadar değişmeyen fikrim bundan daha güzel bir veda yakarışının olmadığıdır,yüzyıllardır yazılmadığıdır. Hayatta bugüne kadar aşık olduğum tek insana böyle bir yakarışla seslenebilseydim ben eğer muhtemelen şu anda onunla çocuğumuzu seviyor olurdum diye düşünürüm ben bu cümleleri her okuduğumda. Tüylerim diken diken , hissiyatım paramparça olur Yılmaz Erdoğan'ın sesinden dinlediğimde bu ruhani cümleleri. Bu cümleler üzerine yüzlerce kelam edebilirsin ama bu sözleri önüne alıp Yılmaz Erdoğan'ın sesiyle yüzlerce kez dinlediğimde o yaşadığım sessizlik,binlerce sayfa yazı yazmakdan daha evla geliyor bana sanki. Sözleri okumadan şu kısacık hikaye ile nasıl yazıldığına dair bir iki kelam edelim hissiyatımızda bir eksiklik yaşamayalım ;

"Mevlana ve Şems günlerce , haftalarca, aylarca kapanıp yaşadıkları,tartıştıkları o tasavvufi günleri yaşarken dışarıda var olan hayatta onların bu duygularına dair tepkiler, ardı kesilmeyen itiraflar ve daha bir sürü dedikodular oluşmaya başlar. Bunun üzerine Şems Konya'yı terk edip Şam'a yerleşmeye karar verir ve ansızın bir gün ortadan kaybolur. Mevlana Şems'in ardından Şam'a gidip onu bulmaya karar verir ama başaramaz. Daha sonra Konya'ya geri döner , Şems'in Konya'ya dönmesini bekler. Bu bekleme zamanında ise Şems'in hayali ile yaşamaya başlar. Şems Mevlana'yı bırakıp gitmeye karar verdiğinde Mevlana'dan Şems'e etme diye bir yakarış dökülür. Devamı aşağıda olan o muhteşem yakarış dökülür. Etme. "

-----------------------------------------------------------------
ETME ;

duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun, etme
başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun, etme

sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı
hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun, etme

çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru
çalınmış başkalarına nazar ediyorsun, etme

ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için
bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun, etme

ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi
sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun, etme

sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
ayın da evini yıkmayı kastediyorsun, etme

bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan
gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun, etme

aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme

ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi
bize cenneti öyle cehennem ediyorsun, etme

şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize
o zehiri o şekerle sen bir ediyorsun, etme

bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle
huzurumu bozuyorsun sen mahvediyorsun, etme

harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun, etme

isyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil
aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme.

mevlana - 1247

-----------------------------------------------------------------

Yılmaz Erdoğan'ın muhteşem yorumu ile Erzurum Kış Olimpiyatları açılış seremonisinden Etme;

nev-i şahsına münhasır bir ukte

Yaş otuzlara doğru yaklaştığından heralde lise yıllarımızda var olan gürültülü her türlü eylemden uzaklaşmaya başlıyorum. Yüksek sesli müzikler , hararet dolu tartışmalar , yüksek sesli televizyon izlemek , sevdiğin şarkı çıktığında müziğin sesini açma isteği , stadlara gidip lay lay lay diye sesin kısılırcasına bağırma durumu gibi örnekler durumu açıklar sanırım. Lise yıllarında var olan müzik keyfim çoğu ergen gibi yüksek sesle var olan gitar seslerinden çevrili listelerden oluşurdu. O zamanlar mesela bana birisi bak Müslüm çalıyor dese muhtemelen ilk tepkim siktir lan olurdu. Lise yıllarında var olan duygusallığımızı yaşarken bile bu türk arabesk olarak tanımlanan seslere pek kulak veremiyordum. Ergenlik heyecanı sanırım bunun adı , bilemedim , tanımlayamadım şimdi. Neyse üniversite yıllarında ise işler daha ziyade etnik,balkanik,jazz taraflarına kaymaya başlayınca müziğin sesi kısılıp daha ziyade yüksek sesten oluşan kısımlar yerine müzikte veya seste saklı ufak heyecanları aramaya başladık. Üniversite yıllarıma başladığım zamanlarda idi sanırım sevgili Müslüm Gürses ortaya paramparça şarkısının kendine özgü düzenlemesi ile çıkmıştı. Gizliden gizliye kulak verip , dinliyorum kısmını itiraf etmede zorluk yaşamaya başlamıştım. Daha sonra olmadı yar , olmasa mektubun , sensiz olmaz derken baktım ben bildiğin Müslüm Gürses dinlemeye başlamış hatta takip eden bir adam olmaya başlamışım. RockIstanbul sahnesinde Müslüm Gürses'in var olacağını duyduğumda mesela etrafımdaki arkadaşlar sert tavırlar ile eleştirirken ben iki yüzlü halimle görünür kısımda onlara destek verip içimden de ulan ne güzel düşünmüş adamlar diyordum. Adam garip bir şekilde sesiyle şarkılara daha farklı bir heyecan ve çekicilik kılıyordu , insanlar söylemekten çekiniyordu ama adam bildiğin Türkiye'nin Leonard Cohen'i idi işte. Tam bu kısımda bir ara verip kendisine kulak veriyor ve ne demek istediğimizi müzikle anlatıyoruz ; Efkarla sigarayı üfledikten sonra o tarihlere geri dönüyorum. O zamanlar bir gazete röportajında bir profesörün söylediği sözü gördüğümü ve kahkahalarla , evet ben aynen bunu düşünüyordum dediğimi hatırlıyorum. Profesör abim derdi ki ; " Müslüm Gürses Türkiye'nin en büyük caz sanatçısıdır :)) " dedim valla bende kendi içimden böyle düşünüyorum. Biraz mübalaa olur elbette içinde ama bu adamı farklı , hatta Türkiye'de şarkı söyleyen tüm insanlar içinde (tamamen kişisel görüşüm) farklı kılan bir havası , söylediği şarkı ne olursa olsun onu yücelten , bir kademe yukarıya çeken bir büyüsü vardı. Murathan Mungan'a ben sırf bu yüzden yıllardır hayranlık duyarım mesela , bu heyecanı en muhteşem hali ile bize yaşattığı ve öncü olduğu için. Neyse daha sonra okuduğum her Müslüm yazısında bu adamın farklı yetenekleri , becerilerini ortaya görüp garip bir hayranlığa doğru yol almaya başlamıştım. Dinlediği müzikten , müziğe bakış açısına ve artık her kesimin farklı şekilde sevgisini dile getirmesinden çekinmemesine kadar katedilen mesafeyi ve kırılan zincirleri görünce dedim sen harbiden babasın. İşin özü sevgili Müslüm Gürses , geçen gün bir arkadaşımla konuştuğum gibi , ölmeden sahnenin ortasında izlemek , sesine canlı canlı şahitlik etmek tek arzum. Bu ülkede en nev-i şahsına münhasır ses olduğun ve bize bahşettiğim muhteşem deneysel performanslar için sana minnettarım. Bak mesela o deneylerden bir tane daha örneklersek ;